Şaban Dişli uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin yol haritasını anlattı

Sabah Gazetesi'nin uluslararası yayını Daily Sabah’ın Sakaryalı muhabiri Emre Özüm, Sakarya Milletvekili Şaban Dişli ile Türkiye’nin bölgedeki stratejik konumu, Amerika, AB ve diğer ülkelerle olan ilişkilerin masaya yatırıldığı özel bir röportaj gerçekleştirdi.
Ali ARICI Ali ARICI

Geçtiğimiz aylarda Daily Sabah’ın kadrosuna kattığı, Adapazarı Belediye Başkan Yardımcısı Rıdvan Özüm'ün oğlu Emre Özüm, Şaban Dişli ile Ankara’da özel bir röportaja imza attı. Ülkenin son, siyasi ve dış ilişkiler konumu hakkında yapılan röportajda Dişli, önemli bilgiler verdi. 


İşte genç Muhabir Özüm tarafından yapılan o röportajdan başlıklar:


Bir önceki dönem Türkiye-ABD Parlamentolar arası Dostluk Grubu Başkanlığı yapmış ve ABD-Türkiye ilişkilerini yıllardır yakinen takip etmiş bir siyasetçi olarak iki ülke ilişkilerini şu an nasıl tanımlıyorsunuz?


Amerika’nın bütün dünya ilişkilerinde olduğu gibi Türkiye ile olan ilişkileri de çok önemli ve çok hassastır. İşin bir NATO boyutu yani askeri boyutu var, bir ticari boyutu var ve birde siyasi boyutu var. NATO boyutuna bakıldığında NATO demek hemen hemen Amerika demektir en büyük askeri güç Amerika’da olduğu gibi. Gerek Türkiye ile ilişkiler çerçevesinde gerek NATO çerçevesinde savunma sanayimiz açısından Amerika ile ilişkilerimiz çok önemlidir. Ticari olarak da her ne kadar mesafe zorluğu olsa da, her ne kadar ticari açığımız Amerika lehine olsa da, yine de Amerika ile olan ilişkilerimizin özellikle yükte hafif pahada ağır olan elektronik ticaretinde veya ara madde ticaretinde oldukça önemlidir. Siyasi ilişkilere bakıldığında, Amerika’nın dünya üzerindeki etkin rolü herkes tarafından bilinmektedir. Bölgemiz son zamanlarda adeta bir ateş çemberi haline dönmüş durumda. Bu konuda gerek NATO bazında gerek ikili ilişkilerde Amerika ile istişare içinde olmamız gerekiyor ve bunu da yapıyoruz. Gerek eski dışişleri bakanımız şimdiki başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nun başlattığı hem bölgesel sorunlar ile ilgili hem de ikili konular ile ilgili görüşmelerde, gerek şimdiki dış işleri bakanımızın bölge ile ilgili ikili görüşmeler açısından devam ettirmiş olduğu Amerika ile olan ilişkilerimiz çok yönlü, çok boyutlu ve çok önemlidir.


13 yıllık ak parti dönemindeki Amerika-Türkiye ilişkilerine baktığımız zaman her ilişkide olduğu gibi burada da inişler çıkışlar görüyoruz. Son dönemde Suriye üzerindeki bakış farklılığından kaynaklanan da inişler çıkışlar yaşanıyor. Bu mevcut bakış farklılığından kaynaklanan sorunları nasıl tanımlıyorsunuz? Sizce bunlar geçici sorunlar mı yoksa orta doğudaki olan bu bakış farklılığı Türkiye ile Amerika arasında bir yol ayrımına mı gidiyor?


Aslında dış ilişki yoktur, daha çok dış ekonomik ilişki vardır ve dolayısıyla karşılıklı çıkarlar vardır. Amerika’nın bölgedeki ilgisi, iddiası veya çıkarları bizim çıkarlarımız ile çakıştığı zaman ivme yukarıya dönüyor. Ama bu ikili ilişkinin içinde üçüncü bir parametre olarak Avrupa Birliği var. Avrupa Birliği Türkiye-Amerika ilişkilerinde, gerek ticari gerek askeri gerek siyasi ilişkilerinde bazen denklemi kuramıyorsunuz. Bizim Türkiye olarak bir geçiş coğrafyasında olmamızın da bu ilişkilere getirdiği bazı engeller olabiliyor. Çünkü bu coğrafyada Osmanlı’nın kalıntısı olarak doğan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu coğrafyanın neresinde bir şey olsa bizi ilgilendiriyor ve bizim masada olmamız gerekiyor. Özellikle Ak Parti iktidarlarından sonra biz çok iddialı bir şekilde bölgemizi ilgilendiren her konuda masanın etrafında olmak zorundayız ve olacağız dedik ve bu çerçevede bir dış politika geliştirmiştik. Ancak sorunun özüne gelecek olursak birebir ilişkilerde bu tür faktörler engelliyor. Bizim Filistin halkına bir saldırı söz konusu olduğunda, Mısır’da bir gelişme olduğunda bazen Amerika’nın beklenti veya çıkarları ile bizim beklenti veya çıkarlarımız örtüşmeyebilir. Bu çerçevede farklı tezler ortaya atabiliriz ama sonunda muhakkak belli bir noktaya geliriz. Suriye konusunda bizim ilk başta söylediğimize şimdi hem Amerika hem de Avrupa gelmeye başladı. Avrupa göç krizinden sonra farkına vardı, Amerika’da Rusya’nın denkleme girmesinden sonra farkına vardı. Biz ne demiştik, Türkiye-Suriye sınırına bir tampon bölge oluşturalım, bu göçerleri orada tutarız böylece bunlar Suriye’ye aidiyetini kaybetmezler. Burada Birleşmiş Milletler ile dünyadan sağlanacak yardımlar ile hem ihtiyaçlarını hem eğitimlerini sağlamış oluruz. Bir takım nedenler ile belki o zamanki siyasi denklem farklılıkları nedeni ile Amerika ve Avrupa Birliği bunu kabul etmemişlerdi. Ancak hızla buraya doğru gideceğiz gibi gözüküyor çünkü artık Rusya hem Avrupa Birliğinden daha çok hem de Amerika Birleşik Devletlerinden daha çok Suriye sorununa girmiş vaziyette.


Şuan Türkiye-Amerika arasındaki gerginliğin geçici olduğunu düşünüyorum. Geçmiş dönem ile ilgili orda da bir iç siyasetin olduğunu söyleyebilir zaman zaman ama şu anda bir seçim var ve seçim ile ilgili adayların kıyasıya rekabetleri var. Oradaki seçim sürecinde sürekli televizyon programları var ve kamuoyunu gerek iç politikalar ile gerekse dış politikalar ile ve özellikle dış politikalar ile Amerika’nın dünyadaki önderliği açısından, önemli rol oynuyor. Dolayısıyla daha temkinli bir yaklaşım var ve gerek Cumhuriyetçilerin dış politikasıyla demokratların dış politikası arasında da fark var. O açıdan sanıyorum ki seçimden sonra bölgesel sorunlar ve ikili ilişkiler farklı bir çizgiye oturacaktır ve yeniden eskisi gibi devam edecektir.


AK Parti’nin iktidarda olduğu 13 yıllık dönemde Türkiye hem cumhuriyetçi hem de demokrat başkanlar ile de çalıştı. AK Parti’nin de kurucularından biri olarak sizce AK Parti’nin dokusu yapı olarak daha çok cumhuriyetçiler ile mi yoksa demokratlar ile mi çalışmak için daha uygun?


Çok zor bir soru çünkü rüzgâr çok değişken ve çok hızlı değişiyor. 2008 de Lehman sonrası yaşanan kriz bu değişkenleri çok etkiledi ve bu küresel para krizinden sonra Avrupa hala toparlanamıyor dolayısı ile onlar ile olan ilişkilerimiz de daha keskin açılar ile inişli çıkışlı dönemler gösterdi. Amerika ile olan ilişkilerde de cumhuriyetçilerin döneminde Irak krizi vardı. Orada Türkiye’nin gerek çıkarları, gerek Türkiye’nin bölgedeki önemi, Türkiye’nin tarihsel, coğrafi ve diğer alanlarda konulara yaklaşımı Bush yönetimi ile farklıydı. Çok büyük bir kriz olmadan, meclisteki ve basındaki havayı hepimiz hatırlamamız lazım, biz bu ilişkileri karşılıklı konuşarak, Türkiye çıkarlarının aslında Amerika için de önemli olduğunu belirterek, güçlü bir Türkiye’nin, bir stratejik ortak olarak nitelendirilen Türkiye’nin önemini belirttik. NATO’ya girişimizden bu yana Türk-Amerikan ilişkilerinin önemli olduğunu hep söyleyerek belli bir noktaya geldik. Demokratların döneminde bölgesel sorunlar da hiç bitmedi, Libya krizi geldi, Mısır krizi geldi, Arap baharı yaşadık çok büyük ümitler ile başladığımız hem bölge halkının, hem bizim hem de dünyanın çok büyük beklentiler ile baktığı, sonra Arap Bahar’ı Arap kışına döndü. Bunun ilk denklemlerini Libya’da sonra Suriye’de gördük ve Suriye krizi devam ediyor. Dolayısıyla bu değişken ortamda ilişkilerin hangisi ile daha rahat olacağından çok krizlerin şiddeti doğrultusunda ilişkiler belirlendi. Birde Amerika gibi yerleşik ve güçlü ülkelerde ana savunmayı belirleyen Milli savunma bakanlığından daha çok Pentagon ve güvenlik boyutu var. O çerçevede de ilişkilerde inişler ve çıkışlar oldu ama Amerika’da biliyor ve bizde biliyoruz ki uzun vadede bu iki ülkenin ilişkilerinin sıcaklığı her iki ülkenin yararınadır. Sayın Obama’nın seçimden sonraki ilk ziyaretini Türkiye’ye yapması ve Türkiye’yi stratejik ortak olarak belirlemesi ve bununla ilgili alınan önemli kararlar var. Bu kararların bir kısmını yürürlüğe koyamadık. Mesela, Türkiye’yi serbest ticaret alanında bir stratejik ortak olarak belirlemesi adına bazı gelişmeler olacaktı, ticari birlikler kurulacaktı. Buralarda çok fazla mesafe alamadık, belki tekrar söylediğim gibi bölgedeki gelişmelerin şiddeti açısından.


2008 deki bu stratejik partnerlikten 2013 e geldiğimiz zaman ilişkiler daha gerilimli bir düzeye doğru savruldu. Şimdi ise şuana kadar sanki o noktadan daha iyi konumdayız. Bu ilişkilerin gerilmesine neden olan faktörler yalnızca Türkiye ve Amerika’nın bölgedeki olaylara farklı açıdan bakması mı yoksa başka nedenler de var mıdır?


Bakış açısı yönünden değişik açılar oluşmaya başladı. Obama’nın ilk döneminde dışişleri bakanı Hillary Clinton’dı. Bölgedeki ikili ilişkilerde çok samimi olabileceğimiz bazı gelişmeler oldu. Mesela, bir Ermeni meselesi, İsviçre’de gidip imzaladık. Ondan sonra bu Arap Baharında Türkiye’ye bu sürecin daha demokratik atlatılması ve sonucunda o ülkelerde de yerleşik demokrasinin gelmesi için Türkiye’nin gösterebileceği önemli rol modellik vardı ve Amerika’nın da tanımı bu şekildeydi. Yalnızca Türkiye’nin değil tüm Dünya’nın beklentisi bu noktalarda karşılanmadı. Bölge halkının beklentileri de karşılanmadı. Oralardaki yönetimlerin bir kısmı farklı alana gitti, halkına baskı yapmaya gitti. Bir kısmı halk ile anlaşma yoluna gitti, bir kısmında Tunus’ta olduğu gibi devrim gerçekleşti ancak devrimden sonra iktidarı alıp tamamlayabilecek yönetimler gelmedi. Dolayısıyla her gelişme tabi ki bizim Amerika ile olan ilişkilerimizde veya Avrupa ile olan ilişkilerimizde farklı açılar getirdi. Yani sabitlenmiş bir uzun vadeli ilişki olmuyor. Uzun vadeli ilişki şu, biliyoruz ki Türk-Amerikan ilişkileri her dönem hem ülkemiz için hem coğrafya için önemli.


Geçtiğimiz yıl ABD ile Türkiye arasında TTIP anlaşmasında müzakerelere gözlemci sıfatıyla katılıp temaslarda bulunmuştunuz. Bu konudaki son gelişmeler nelerdir? Bizim Türkiye olarak TTIP den beklentimiz nedir?


Sanıyorum ki şu anda Amerika’nın seçimleri bekleniyor ve müzakereler ile belli bir aşamaya getirildi. Avrupa Birliği ile yaptığımız gümrük anlaşmasında şöyle bir sıkıntı var ki 3. Ülkeler ile olan anlaşmalara bizi dâhil etmiyorlar. Biz dönüp üçüncü dünya ülkeleri ile anlaşma yapmak istediğimiz zaman dezavantajlı başlıyoruz. Bunun için Avrupa Birliği ile bu gümrük anlaşmasının güncellenmesi konusunda çalışmalar var, ama Amerika çok büyük bir pazar. TTIP bize herhangi bir fonksiyon olmaksızın imzalanırsa Amerika ile sonradan dönüp ayrı bir avantajlı anlaşma sağlamak oldukça zor olacaktır. Dolayısıyla biz hem Amerika’yı hem de Avrupa Birliğini TTIP’nin imzalanması durumunda bunun Türkiye’nin de yararlanabileceği bir konuma getirilmesi üzerinde çalışıyoruz. Herhalde Amerika’daki Kasım seçimlerinden sonra bu yeniden hızlanır. Avrupa Birliği üzerindeki bu göç krizi tüm sorunların üzerine geldi. Yani hangi Avrupalı lidere sorarsanız sorun birincil sorun göç ve terör krizidir. Özellikle Belçika ve Fransa’daki terör olayları 1. Sorun oldu. Şuanda onu biraz ertelemiş gibi gözüküyorlar ancak bu arada bizim ne yapıp edip TTIP konusunda Türk tezini taraflara kabul ettirmemiz gerekiyor. Daha doğrusu Türkiye’nin çıkarlarını hatırlatmamız gerekiyor.


Uzun yıllar yurt dışında özellikle Avrupa’da yaşamış bir insan olarak bu göç sonrası başlayan yeni süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? En önemlisi olarak AB görüşmelerinde yeni bir süreç başladı ancak iki tarafta sizce samimi mi?


Aslında biz Avrupa Birliği konusunda her zaman samimi olduk hatta dedik ki Parti kuruluşundaki Başbakanımız şimdiki Cumhurbaşkanımız ile birlikte, bu Türkiye için yüzyılın projesidir. Biliyoruz Avrupalılar değişik engeller koyacaklar ama Avrupa Birliği sözleşmesinde, işin ekonomik boyutunu biliyoruz, dolayısıyla bu engelleri beklemeksizin gerekirse işin adını Ankara-İstanbul kriterleri koyup gideceğiz ve o dönemlerde Avrupa Birliği konusunda Türk halkının desteği %70 lere kadar çıkmıştı. Sonra bir takım sebepler ile Kıbrıs gibi, Fransızların blokajları gibi, engellendi ve bir türlü bir başlık açıp başlık kapatamadık ve sorunlar bir şekilde devam etti. Dediğim gibi biz bu süreci hiç kesmedik, bu Türkiye için önemli bir çıpaydı. Türkiye’nin hem demokratikleşmesi hem de ekonomik zenginleşmesi açısından önemli bir çıpaydı. Biz buna hep sadık kaldık, göç krizinden sonra şu andaki noktaya gelindi ama göç krizinden önce de biz karşılıklı anlaşmalar ile vize serbestliği konusunda baya bir ilerleme kat etmiştik. Bunlar bize geri alım anlaşmasını imzalayın demişlerdi, biz onu alıp uygulamasını yapıp belli bir noktaya getiririz demiştik ama göç krizinin hiç kimse bu boyutlara ulaşacağını beklemedi. Şimdi ise bunu hızlandırmak istiyorlar. Biz yine başından beri Sayın Cumhurbaşkanımız, o dönemki Başbakanımız dediği gibi; biz Avrupa’ya yük olmaya değil yük almaya geliyoruz. Zaten Avrupa Birliğinin fonları erimiş vaziyette ve biz oradan belirli bir maddi katkı da beklemiyoruz ama birçok alanda, Ticari alanda, güvenlik alanında Avrupa Birliği üyeliğimiz önemlidir ve bizim bu samimiyetimiz devam ediyor. Şu aşamada Avrupa’nın lideri konumundaki Almanya ve Fransa bu son anlaşmaya sıcak bakıyorlar. Bizim hızlı bir şekilde bu açılan başlıklar konusunda, zaten her bakanlıkta AB dairesi vardır, görevlerimizi tamamlayıp başlıkları bitirmemiz lazım. Süreç samimi ise biraz zaruretten kaynaklanan karşı taraf açısından bir samimiyet var. Ama bizim açımızdan bu süreci hiç terk etmeyeceğiz. Türk halkının AB sürecine inancı çok aşağılara düşse de bu gelişmelerden sağlanacak faydayla onu yeniden yukarılara çekeriz.


Kurucu Üyesi olduğunu AK Parti 2013 yılına kadar bütün dünyada pozitif imajı olan bir partiydi fakat son 2 yılda bu anlamda özellikle Avrupa’da ve Amerika’da yapılan ciddi eleştiriler var. Öncelikli olarak AK Partinin reformist kimliğini kaybettiği yönündeki eleştirisine siz ne diyorsunuz ve sizce AK Parti yeni hükümet ile birlikte kaybettiği reformist kimliğini geri kazanabilecek mi?


Bu süreçler içerisinde bölgemizde olan gelişmelerin iç siyasete yansıması, muhalefetin hemen hemen her platformda Türkiye’yi ve dolayısıyla AK Parti’yi şikâyet etmesi, Türk ekonomisinin çok hızla büyümesi ve hızla gelişmesi, Türkiye’nin satın alma gücüne baktığımız zaman Avrupa’ya birkaç adım daha yaklaşmış olması, kişi başı milli gelir açısından 2500 dolarlardan 12bin dolarlara çıkmak, tüm ekonomistlerin farklı beklentilerle girmesine rağmen son çeyrekte yani seçimden sonra %4 büyümemiz ve dış ilişki yoktur dış ekonomik ilişki vardır diye belirttiğim gibi dış ekonomik ilişkiler boyutunun yansıması gibi bu bakımdan başarıyı sağlayan lidere olan saldırı oldu. Neyle başladı, gezi olayıyla başladı. Gezi olayında Sayın Cumhurbaşkanı milli iradeyi de arkasına alarak o duruşu sergilemeseydi, bugün Türkiye’de aynı Ukrayna gibi ortadan ikiye yarılabilirdi. Ardından gelen 17-25 Aralık darbe girişimleri sonrası, Türkiye’nin milli birlik ve beraberlik konusunda yine Sayın Cumhurbaşkanımızın hassasiyeti, açılım süreci, bölgemizde ve Türkiye’yi yakından takip eden ülkelerin çıkarları açısından bakıldığı zaman çok değişik algılandı ve değişik müdahaleler geldi. Tüm bunlar ve terör ile mücadelede güvenlik ve özgürlük denkleminde ki biz her zaman güvenlik ve özgürlük denkleminde her iki kriterin de çok yakından takip edilmesi, hiçbirinden mümkün ise taviz verilmemesi konusunda çok hassas davrandık. Şimdiki hükümetimiz de bu konuda çok hassas davranıyor. Ama güvenlik meselesi, özellikle Avrupa’daki bu terör saldırılarından sonra, küresel ölçekli terör örgütlerinin ülkemizi değişik noktalardan rahatsız etmeye başlamasından sonra ve 40 yıllık süren PKK meselesinin milli birlik, beraberlik ve kardeşlik projesinin bozulmasından, daha doğrusu rafa kaldırılmasından sonra güvenlik çok önemli bir noktaya geldi. Bu çerçevede Avrupa Türkiye’ye karşı çok samimi olmadı. Fransa’da bir terör oldu, oradaki güvenlik güçlerinin davranışını videoya çekin, Türkiye’dekini videoya çekin, ortaya koyun hangisi Türkiye’de hangisi Avrupa’da yaşanıyor diye inceleyin, sabit bir algıları olduğunu göreceksiniz. Türkiye’de şöyle olur böyle olur diyerekten, bunların da dış dünya basınında ve iç basında olan desteğiyle oluşturulmaya çalışılan algı bizi bu noktaya getirdi. Ama gerek yeni hükümetimizin programı gerek ise Sayın Cumhurbaşkanımızın söylemi biz özgürlükler konusunda tüm engelleri kaldıracağız, yeni reformlar ile hem Avrupa birliği bazında reformlar ile hem bizim planladığımız ekonomik kalkınma ve gelişme doğrultusundaki reformlar ile biz bu süreci devam ettireceğiz. Zaten bunları söylediğimiz için Türk insanı bize yeniden %49, 5 oy verdi. Terör meselesinde Avrupa Birliği senin teröristin benim teröristim ayrımına girdi ve biz destek alamadık Avrupa Birliğinden ve Amerika’dan ama bugün göç krizini Avrupalılar yaşıyorlar ve biz elimizden gelen her türlü yardımı yaptık. Avrupa Birliği 10 Suriye vatandaşını seçerken hem mesleki durumuna bakıyor hem fiziki durumuna bakıyor hem de inancına bakarak seçip alıyor. Biz 8, 5 milyar dolar para harcamışız ve bunlar Türkiye’nin misafiridir diyoruz. Tabi bunları yaparken ve uygularken bir sürü sorunlar meydana geliyor. Yine basını kullanarak ticari anlamda bir beklenti ve yarar sağlamaya çalışan gruplar var. Hiçbir zaman Recep Tayyip Erdoğan’ı ve AK Parti iktidarını benimsemediler. Dünyadaki bağlantıları kanalıyla da sürekli bir imaj, algı oluşturmaya ve itibarsızlaştırma gayreti içine girdiler ama Türk insanı biliyor ki biz bu demokratikleşme, özgürleşme ve ekonomik kalkınma sürecini Avrupa Birliği’ni genel çıpa kabul ederek devam ettireceğiz. AK Parti’nin her bir elemanı bunu çok iyi bir şekilde biliyorlar.


Son iki yılda Türkiye’nin imajının bozulmasında en büyük faktörlerden bir tanesi de Fetullah terör örgütü olarak tanımlanan gülenistlerin hem Avrupa’da hem Amerika’da etkisi oldu. Kongre üyelerine geziler düzenledikleri veya seçim kampanyalarına bağış yaptıkları hakkında haberler çıkıyor. Hem Avrupa’yı hem de Amerika’yı bilen birisi olarak, Türkiye’nin gülenist hareket ile mücadele açısından kendisini doğru ve yeterli ifade edebildiğini düşünüyor musunuz?


Çok yönlü ve çok taraflı bir mücadele içindeyiz. İçeride belirttiğim gibi PKK olsun, küresel teröristler olsun, ekonomik mücadele olsun, bölgedeki yangın olsun mücadele ediyoruz. Dolayısıyla hangi alana ne kadar gayret sarf edileceğini çok fazla planlayamıyorsunuz ama özellikle 17-25 Aralık darbe girişimlerini her platformda gerek Sayın Başbakanımız gerek Sayın Cumhurbaşkanımız gerek ilgili Bakanlarımız ve biz de gittiğimiz yerlerde anlatmaya çalışıyoruz. Mesela geçen yazın Ermeni sözde soykırım iddialarının 100. Yıl dönümünde bu örgüt Ermeni lobisini de arkasına alarak Türkiye aleyhine baya bir faaliyetler yürüttüler. 92 senatörün imzasını alarak bu senatörler ile Satın Kerry’ye mektup yazdılar. Türkiye’de basın özgürlüğü kısıtlanıyor ve buna karşı Türkiye’yi demiyor, Tayyip Erdoğan’ı uyarın diye belirten bir mektup yazdılar. Biz bunun ile ilgili anlatmaya gittiğimizde de orada yine bu örgütün elemanları bizi antisemitisttik ile suçladılar. Bazen bu şeyleri anlatmak çok zor oluyor tabi çünkü örgütün 40 yıllık çalışma sürecinde hem zamansal hem de içerik olarak kesiştiğimiz önemli süreçler oldu. Bu süreçleri sürekli bazı kesimler önümüze koyuyor. Derler ya yanlış saat bile günde 2 defa doğruyu gösterir, o süreçler nedeni ile bazı taraflar Türkiye’yi birçok Amerikalıya sorsanız nerede diye, atlastaki yerini gösteremezler. Dolayısı ile bunları anlatmak bazen çok kolay olmuyor. Ama bu bir sürekli mücadele, Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Sayın Başbakanımızın talimatları var ve biz bu hem PKK ya karşı olsun hem her türlü terörist örgütlerine karşı olsun mücadeleyi sürdüreceğiz. Baya bir aşama kaydedildi yani ilk başlardaki gibi değil. İlk başladığında belki kendi arkadaşlarımız bile öyle olmaz böyle olmaz diye sesler geliyordu ama şu anda parti içerisinde bir bütünsellik var bu örgüt ile mücadele edilmesi konusunda.


İsrail ile yaşanan normalleşme süreci hakkında ne düşünüyorsunuz ve bu süreç Amerika Türkiye ilişkilerini nasıl etkiler?


İkincisi ile başlamak gerekir. Tabi ki olumlu etkiler yani Amerika’da İsrail lobilerinin etkinliğini hepimiz biliyoruz. Türk-İsrail ilişkileri bölgesel açıdan da değişik bir gruplaşma veya formülleşme oluşturdu şimdi İran’ın devreye girmesi ile. O açıdan da faydası olabilir ama bizim İsrail ile olan ilişkilerimizin yeniden bir ivme kazanabilmesi için ortaya koyduğumuz şartlar vardı. Bu şartların bir kısmı giderildi bir kısmı hala giderilmedi. Tabi ki orada da muhalefet var, orda da akıl-ı selim guruplar var ve bu akıl-ı selim gruplar Türk-İsrail ilişkilerinin önemini düşünerek adım atmaya çalışıyorlar. Zaman zaman engelleniyor. Bir görüşme başlatıyorsunuz ama bir bakıyorsunuz bu görüşme daha başlamadan İsrail tarafından basına sızdırılıyor dolayısıyla beklediğiniz sonuç alınamıyor. Tabi ki İsrail içerisinde de Türkiye ile ilişkileri normalleştirmek istemeyen etkin gruplar var. Sayın Başbakanımız son grup toplantısında çok iyi çizdi. Bizim için Filistin, kutsal yerler, kutsal yerlerin güvenliği, bunlar çok önemli şeyler. Daha önceki şartlarımız önemli ve bu çerçevede gelişme sağlandıkça ilişkilerin gelişimi de artacaktır. Aynı zamanda önemli bir ticari ortağımızdır İsrail. Gene bölgesel gelişimleri göz önünde bulundurarak da Türkiye-İsrail ilişkilerine bakmak gerekiyor. Tabi ki duygusal açıdan biz Filistinli kardeşlerimizin yanındayız ve onların tüm sıkıntılarını bizim sıkıntılarımız olarak görüyoruz. Ama bunun dışında da o duygusal emanetler, oradaki kutsal yerler açısından çok çok önemli. Ama onun dışında da Türkiye’nin güvenliği açısından da bölgedeki son kutuplaşmaları daha iyi okuyup ona göre karşılıklı çıkarlarımızı masanın üzerine koyup bir noktaya ulaşabilmemiz gerekir.


Geçtiğimiz yıllarda Cumhurbaşkanımız tarafından dile getirilen Türkiye’nin Şangay beşlisine üye olması, Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşıyor yorumlarını getirmişti. Ayrıca bundan farklı olarak, Rusya ile yaşanan uçak krizinden sonra Türkiye’nin Batı bloğundaki yerini biraz daha sağlamlaştırmaya çalıştığına da ilişkin yorumlar var. Siz bunları nasıl değerlendirirsiniz?


Biz bu bölgede kalıcı ülkeyiz. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri bir son Türk devleti olarak görüyoruz ve öyle olması lazım. Dolayısıyla Rusya ile olan ilişkiler, Batı ile olan ilişkiler, kısa vadeli inişler çıkışlar olsa da birbirimizi karşılıklı bu saygınlıkta görerek ona göre pozisyon almamızı gerektiriyor. Bu pozisyonu almazsak Türkiye coğrafi olarak da, tarihten gelen ilişkileri olarak da kendisine her zaman bir yer bulur. Cumhurbaşkanının Şangay beşlisine dâhil olma söyleminin altında ekonomik beklentiler yatıyordu. Birde Avrupa Birliği’nin sürekli dışlayıcı tavırları da önemliydi. Cumhuriyet kurucusu Atatürk’ten bu yana gene zaman zaman inişli ve çıkışlı görüş ve söylemler olsa da Türkiye’nin yönünün batı olduğunu kültürel uyumsuzluklar olsa bile bizim bu tür sorunları dert etmediğimizi, öbür tarafında dert etmemesi gerektiğini söyledik, düşündük. Uzun vadeli bakış açısından bakarak ki dış işleri bakanlığı bu yüzden vardır, ilişkileri geliştirmek gerekir. Yani biz Şangay beşlisine gözlemci üye olarak Avrupa Birliğine tam üye olabiliriz veya Avrupa Birliğine tam üye olarak bir Orta Doğu birliği yapabiliriz. Daha önce RCD bölgesel İran-Türkiye-Pakistan işbirliği gibi ilişkiler kurabiliriz ve bunlar birbirlerine alternatif değildir. Tabi ki güçlü bir ilişki, diğer ilişkilerin kurulmasında, geliştirilmesinde ve sağlanacak yararların değer ortaklarımız tarafından paylaşılmasında da etkin olur. Dolayısıyla bu kısa vadeli bizce Rus tarafının aşırı duygusallık göstererek başka amaçlara ulaşma gayretleri bir son bulacaktır. Ardından kaldığımız yerden devam edilir yani bu iki ülkenin de tarihte çok önemli yer tutmuş kültürel anlamda, ekonomik anlamda, askeri anlamda yer tutmuş iki önemli ülkedir. Sürekli bir problem yaşanmaması lazım ve yaşanmazda, böyle gitmez. Eminim yeniden bir denklem ve eşitlik sağlanacaktır. 

#

GENEL BİLGİLER

Geyve Otobüs Saatleri

Geyve Otobüs Saatleri

Geyve - Adapazarı, Adapazrı Geyve Otobüs sefer tarifesi. Geyve otobüsü kaçta kalkıyor? Adapazarından son Geyve Otobüsü, Sefer tarifesi, geyve koop otobüs