Hayat ve düşler

Rachel Corrie'nin anısına...

Hayat ve Düşler


 


Bir şeyler yazacağım, bir şeyler yapacağım bir şeyler birikiyor, bir şeyler bileniyor bir yerimde. Aynı şekilde soğuyor bir şeyler bir yerlerde, buz tutan ıssızlıklara yelken açmak istediğim olmuyor değil, dipdiri duran eskitilmişlere artık uydurma diyen zavallılardan utanan direncimi dizginleyemiyorum kırılmaya, dökülmeye ya da ölmemeye…


Parmak uçlarım öylesine üşüdü ki geçen gün. Ayakkabılarım da su alıyordu. Her adım atışta bir su birikintisine dalıp çıkıyordum sanki. Rüzgarla karışık inen yağmur üstümü başımı sırılsıklam etmişti. İyi ki bisikletim yok diye düşündüm. Söylendiği halde ekmek de alamamıştım. Evvel ki gün şekerin de bittiği söylenmişti oysa. Patlayan ampullere de bir çare bulmam gerekiyordu. Çayı şekersiz içmek büyük bir şey değil diye avuttum kendimi. Hava iyice kararmıştı. Gelip geçen arabaların ıslak asfalttaki sesi de hiç çekilmiyordu.


Hayat denen şeyin birilerine veya bir yerlere ulaşmaya çalışmakla geçtiğini düşündüm. Tam birine ulaşıyorsun; “tamam işte hayata ulaştım” diyorsun ama nafile kısa bir süre sonra o birisinin hangi birisi olduğunu karıştırıyor, cevap bulamıyorsun. Zaman geçiyor. Haftalar ilerliyor. Aylar geçiyor. Bir gün yine “ tamam işte burası olmalı hayat” diyorsun. İçeriden gülüşmeler ve bağrışlar geliyor. Sesler birbirine karışmış kimin ne söylediği, kime söylediği belli değil. Kapının birkaç metre dışında birisi dikiliyor. Dik durduğu zaman ayaklarını göremeyecek kadar göbekli, şişman ve ceketli birisi bu. Ceketinin önü açık. Hayıflanarak içeriye bakıyor. Ara sıra başını iki yana sallıyor. Yüzünde hüzünlü bir tebessüm ve sanki pişmanlıkla karışık bir hal var. Birdenbire bana bakıyor, göz göze geliyoruz. Hafifçe yaklaşıyorum. Kolundaki saate bakma bahanesiyle uzaklaşıyor yanımdan. Gözlerimi kırpmadan ona bakıyorum. Birden; bir şey söyleyecekmiş gibi başını kaldırıyor, fakat vazgeçiyor. Bu arada içerideki gürültü iyiden iyiye artıyor. Şişman adam: “ Arkadaş” diyor. “Şuradan bize beş-on tane çay söyle de gel.” Beni şaşırtıyor. Geri geri giderken hala dikkatle ona bakıyorum.


İnsan, ne pahasına olursa olsun ilgili duracak kendine. Bir esnafı düşün. Ya da bir işçiyi, memuru, aşçıları, halıcıları, temizlikçileri, doktorları, kitapçıları, evlendirme memurlarını, cami hocalarını; ya da hemşireleri düşün. Yaptığı işe ilgisini kaybetmek olacak iş değil.


Anayoldan ayrıldım, uzun çam ağaçları ile çevrili bir yoldan geçiyorum. Kime, nereye, neden yürüdüğümü düşündüm. Balkondan duran üşür elbette, grip de olabilir, verem de. Artık şemsiye neredeyse delinecek. O kadar hızla iniyor ki yere yağmur; sanki yerden tekrar yukarı çıkmak istiyor. Delirmiş olmalı bu yağmur veya en azından normal değil. Birden sokak lambaları sönüyor. Her yer zifiri karanlık. Bilinçsizlikler aklıma geliyor. Bilinçsizliğin nelere yol açabileceğini düşünüyorum. Önümü aydınlatabilecek bir şey arıyorum fakat bulamıyorum. Dı dı dıt dı dıııt dı dı dıt dı dı dıt dı dıııt dı dı dıt. “Gülistanda gezen gül kokar, haristanda gezen har kokar. Hep gülistanda gezmen ve bir gün güller sultanına kavuşman dileğiyle mübarek berat kandilini kutlarım.”


(Başka bir gün)


Ilık ılık esen rüzgarın okşadığı sakalları ile masada tek başına oturan şu adam da kim? Neyi ve kimi bekliyor öyle. Elinde günlük bir gazete sırtını güneşe dönmüş gazete okuyor.gözüm bir yerlerden ısırıyor. Tanıyormuşum gibi geliyor. Hafızamı zorluyorum, çıkaramıyorum. Canım sıkılıyor. Aman çok mü önemli sanki. Biraz sonra düzgün tıraşları parlak ayakkabıları ile birbirlerine çok benzeyen üç adam daha beliriyor. Bakışları tedirgin, yürüyüşleri endişe verici. Kafam hala sakallı adamda. Kimdi bu adam yahu? Burada ne işi var? Gidip konuşsam mı? Mutlaka tanıyorum ama kim, kim, kim? Ben böylece düşünürken sakallı adam ne olduğunu anlayamadan o üç adamın saldırısıyla oracığa yığılıyor. Koşarak uzaklaşıyorlar diğerleri. Kıpırdayamıyorum bile. Hala adamın kim olduğunu düşünüyorum(!)


Tekrar hayata dönersek.


Hayat çoğu kez yapamadıklarımızla doldurduğumuz hantal bir çuval gibi adeta.


Evet, evet! Yapamadıklarımız… Doğru dürüst yapılmayan şey, yapamadığın şeydir. Adam gibi yaşanmayan günler kötü günlerdir. Mertçe döndürülmeyen dil; yerlerden sürünmektedir aslında. Neyi doğru dürüst yapıyoruz. Nereden geliyor bu eşcinsel sesler? Kim tutuyor verdiği sözleri? Adam gibi yaşayan kim? Eksikliklerimizi örtmek için bağırıp çağırmak adamlık mıdır?


İşte hayat!


Eve çok az kalmıştı. Topu topu birkaç on metre.


Artık takatim kalmadı dedi yaşlı gözlerle; bir türlü laf anlamayan oğluna. Artık gücüm tükeniyor. Şuradan bir bardak su doldur. Dilim damağım kurudu. Suyu içti, ayağa kalktı, sol dizini kırıp tekrar oturdu. Bak oğlum dedi.


“Allah’a şirk koşma. Annene ve babana seni Allah’ın yolundan alıkoymadıkları sürece iyilikle davran. Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır, sana isabet eden musibetlere karşı sabret, sakın böbürlenme, yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden yüksek perdeleri yok et. Kıyamet saatinin bilgisi Allah’ın katındadır. Yağmuru yağdırır, rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdar olandır.


Evet geldim, büyük kızım açtı kapıyı.


“Baba neden ağlıyorsun” dedi beni görünce. Yüzümü saklamaya çalıştım.


“Baba ağlama, ne olur ağlama. Yarın bizi de götür annemizin yanına. Hep yalnız gidiyorsun. Ağlama o cennette değil mi baba.”


“Hem haftaya bir kardeşimiz olmayacak mı?”


Olacak inşallah dedi içeriden annesi! Olacak inşallah!..


Hayat bitmiş miydi?


 


 


Sezai ARICIOĞLU , Sapanca

#

GENEL BİLGİLER

Geyve Otobüs Saatleri

Geyve Otobüs Saatleri

Geyve - Adapazarı, Adapazrı Geyve Otobüs sefer tarifesi. Geyve otobüsü kaçta kalkıyor? Adapazarından son Geyve Otobüsü, Sefer tarifesi, geyve koop otobüs