Geçmişten Bugüne Kudüs

Baş döndürücü mistik havası ve binlerce yıllık geçmişiyle her yıl yüz binlerce insan tarafından ziyaret edilen Kudüs, üç büyük ilâhi dine ait mukaddes mekânların birlikte görülebileceği yegâne şehirdir. Yafa’dan yaklaşık 60 kilometrelik bir yolculuk sonrasında ulaşılan Kudüs’ün çevresi dağlık ve tepelik bir görünüme sahip olup, şehrin caddeleri ve sokakları oldukça yeşildir.
Murat DUMAN Murat DUMAN

Dinî bir merkez olan Kudüs, tarih boyunca pek çok kavim ve ordu için cazibe merkezi olmuştur. Tevrat’ın Ârâmîce metinlerinde “Yerûşâlem” şeklinde telaffuz edilen şehrin adı, Lâtinceye ve diğer Batı dillerine “Jerusalem” olarak geçmiştir. Bu ifade, “Şalem’in evi, barışın şehri” gibi manalara gelmektedir. Kudüs adı İncillerde de önemli bir yer tutmaktadır. Markos İncili’ne göre Hazreti İsa, Galile bölgesinde halka tebliğ faaliyetlerine başlamış; ama karşılaştığı menfi tavır üzerine Kudüs’e gelerek mâbedi temizlemiştir.

Kur’ân-ı Kerim’de Kudüs ismi doğrudan geçmemekle birlikte, Mekke döneminde inmiş olan İsrâ Sûresi’nin ilk âyetinde geçen “el-Mescidü’l-Aksâ” (İsrâ 17/1) tâbirinin “Beytü’l-Makdis”, mübarek kılındığı haber verilen çevresinin de, “Kudüs ve civarı” olduğu kanaati yaygındır. Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem), Hicret’ten bir buçuk yıl evvel Recep ayının 27. gecesinde Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya, oradan da yüce makamlara çıkarıldığı kudsî yolculuğa “Mi’râc” denir. Müslümanların içinde namaz kılmak adına yolculuk yapabilecekleri üç mescitten birincisi Mekke’deki Mescid-i Haram, ikincisi Medine’deki Mescid-i Nebi, üçüncüsü Kudüs’teki Beytü’l-Makdis’tir. Müslümanlar, namazda Kâbe’ye dönme emrini alıncaya kadar Beytü’l-Makdis’e dönerek namazlarını edâ etmişlerdir. Müslümanlar tarafından şehre farklı isimler verilmiştir. Bunların en önemlisi, “bereket, mübarek olmak” manasına gelen “Kudüs” adıdır.

Geçmişi MÖ 4 binli yıllara kadar uzanan ve semavî dinlerin ortaya çıkmasıyla birlikte pek çok Peygamberin yaşadığı bir belde olan Kudüs’ün ilk kurucuları, İslâm tarihçilerine göre Amâlika kabilesidir. Çile dolu bir hayat ve Kıptîlere karşısında kölelik yaşadıkları Mısır’ı Hazreti Musa önderliğinde terk edip, bir mucize eseri suda açılan yollardan Kızıldeniz’i geçen İsrail Oğulları, Yebûsîler ile (Amâlika Kabilesi) mücadele etmiş; ama iri yarı bir dev olan Golyat’ı (Câlut) yanlarında bulunduran bu kabile karşısında kesin üstünlük kuramamışlardır. Hattâ kutsal kabul ettikleri sandık Amâlikalılarla yapılan savaşta, Golyat’ın eline geçmiştir. Bunun acısını duyan İsrail Oğulları, Samuel Peygamber’in direktiflerine uyarak bir Birleşik Krallık kurmaya ve başına Golyat’ı yenebilecek bir kral geçirmeye karar vermiş; sonunda Hazreti Yakub’un neslinden Dâvûd, zalim bir hükümdar olan Golyat ile yaptığı mücadeleyi kazanmış ve onu öldürmüştür. Evvelâ Samuel Peygamber’in sonra Tâlût’un ölümüyle İsrail Oğulları’nın başına Hazreti Dâvûd geçmiştir. Cenâb-ı Hakk tarafından O’na hem hükümdarlık hem de Peygamberlik vazifesi verilmiş; hikmet, adaletli idare ve güzel konuşma kabiliyeti bir nimet-i İlâhî olarak bahşedilmiştir.

Hazreti Dâvûd, bütün İsrail’e kral olduktan sonra Yebûsîler’in hâkimiyetinde bulunan Kudüs’e doğru harekete geçip Zion (Siyon) Hisarı’nı almış ve ilk defa on iki kavmi bir bayrak altında toplamayı başararak burayı Birleşik Yahudi Krallığı’nın başşehri ilân etmiştir. Hazreti Dâvûd’un kurduğu krallık, İsrail Oğulları’nın tarihteki tek gerçek bağımsız devletleri olmuş ve onlar en parlak yıllarını bu peygamber zamanında yaşamıştır.

Hazreti Dâvûd, İsrail Oğulları’nı kırk yıl yönettikten sonra Rabbine kavuşmuş ve ondan sonra idareyi oğlu Süleyman almış; ona da sonraki yıllarda peygamberlik vazifesi verilmiştir. Babasından sınırları Nil’den Fırat’a kadar uzanan bir krallık devralan ve kısa süre içinde hâkimiyetini güçlendiren, bir melik-peygamber olarak tarihin en kudretli hükümdarı unvanını alan Hazreti Süleyman’ın krallığa kazandırdığı ihtişamın boyutları asırlar sonra bile hayranlık uyandırmaya devam etmektedir.
Rabbine karşı güzel ahlâklı ve mütevazı olan, -Allah’ın inayetiyle- hükmü kuşlara, rüzgâra ve cinlere geçen Hazreti Süleyman devrinde yedi yıl içinde Kudüs’te Beytü’l-Makdis inşâ edilmiş, şehrin etrafına duvar örülmüştür. Mabedin haricinde ayrıca bir saray yaptıran Hazreti Süleyman, Ahd-i Atik Sandukası’nı mabedin en kutsal noktasına koymuştur. Böylece şehrin kutsallığı tescillenmiş; dinî bir merkez olarak insanların ve kavimlerin ilgisini üzerinde toplamaya başlamıştır.
Hazreti Süleyman’ın vefatından sonra krallık ikiye bölünmüş ve Kudüs, güneydeki Yahuda Krallığı’nın merkezi hâline gelmiştir. Sonraki yıllarda İsrail krallarının putperestliğe yönelmeleri, kendilerine gönderilen peygamberlere zulmetmeleri ve halkın yoldan çıkması gibi sebeplerle -İlâhî bir ikaz olarak- Kudüs, çeşitli felâketlerle karşılaşmıştır. Bâbil orduları tarafından şehir ve Hazreti Süleyman’ın 400 yıllık mukaddes mâbedi Beytü’l-Makdis, farklı tarihlerde üç defa yağmalanmıştır. Bütün bu hâdiseler Yahudi toplumunun dünyanın dört bir tarafına kaçarcasına yayılmasına zemin hazırlamıştır.

Bâbil sürgününden dönen Yahudiler tarafından tekrar imar edilen Kudüs, bundan sonra da kralların ve kumandanların ilgi alanında olmaya devam etmiştir. Persler (MÖ 586-332) ve Makedonya Kralı Büyük İskender (MÖ 332-63) Kudüs’te hâkimiyet kurmuş; şehir ve mabed yağmalanmıştır. Şehrin Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altında olduğu dönemde Hazreti İsa dünyaya gelmiş ve Peygamberlik vazifesi almıştır. Onun Allah’tan aldığı ilâhi mesajı insanlara bildirmesiyle birlikte kadim şehrin tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır. Hazreti İsa’nın tebliği karşısında çileden çıkan İsrail Oğulları, ona karşı büyük tepki göstermiş ve öldürmeye teşebbüs etmişlerdir. İslâm inancına göre Hazreti İsa, bedeniyle semâya yükselmiştir.

MS: 70 yılında gerçekleşen Roma işgali sırasında mabetle birlikte neredeyse bütün şehir yanmıştır. Hazreti İsa’nın aramızdan ayrılışından kırk yıl kadar sonra Yahudiler Romalılara karşı ayaklanmış; Romalı komutan Titus, zaten tepki duyduğu bu halkın çıkardığı isyanı bastırmak için şehrin üzerine yürümüş ve taş üstünde taş bırakmamıştır. Paganist Romalılar tarafından Kudüs, putperest bir şehir olarak yeniden inşâ edilmiştir. Yıkılan mabedin yerine Romalıların çok önem atfettikleri tanrılarından Jüpiter Capitolina adına bir mabed yapılmıştır.
MS: 300’lü yılların başlarına kadar yasaklanmış bir din olarak varlığını devam ettiren Hıristiyanlık, bütün engellemelere rağmen Roma İmparatorluğu’nun Suriye, Anadolu ve Yunanistan topraklarında yerleşmiştir. Doğu Roma İmparatoru Konstantinos’un Hıristiyanlığı resmen kabul etmesinden sonra Kudüs patriğinin talebiyle annesi Azize Helena “Kutsal Beldelere” gelmiş; onun da gayretleriyle Kudüs ve Filistin topraklarında çoğu kaybolmuş mukaddes mekânlar tekrar tespit edilerek kiliseler yapılmaya başlanmıştır.

330-614 yılları arasında Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans) idaresi altında kalan şehir, 614’te Sasanî Devleti tarafından işgal edilmiştir. Kudüs, Peygamber Efendimiz’in de (sallallahu aleyhi ve sellem) İslâm’a dâvet mektubu gönderdiği Bizans İmparatoru Herakleios tarafından 629’da kurtarılmıştır. 636’da yapılan Yermük Savaşı’nda Bizans, İslâm orduları karşısında ağır bir yenilgi yaşamıştır. Çok geçmeden Kudüs muhasara edilmiş ve halk aman dilemiştir. Şehrin önde gelenlerince ordu komutanı Ebû Ubeyde b. Cerrah’a, Müslümanların Suriye fetihleri sonrasında yaptıkları anlaşmalar gibi bir anlaşmanın kendileriyle de yapılması teklif edilmiş; bir de Kudüs Patriği, şehri bizzat halifeye teslim etmek istediğini bildirmiştir. Hazreti Ömer, Ebû Ubeyde’nin dâveti üzerine Câbiye’den Kudüs’e gelerek (638) şehri Patrik Sophronios’tan teslim almış ve hazırlanan anlaşmayı tasdik etmiştir. Buna göre, cizye vergisi vermeyi kabul eden Kudüs halkının can ve mal güvenliği ile birlikte din, dil ve inanç hürriyeti Müslümanlar tarafından garanti altına alınmıştır. Musevilik ve Hıristiyanlığın ardından bu defa kapılarını son din İslâmiyet’e açan tarihi şehrin adı artık Kudüs’tür.

Emeviler devrinden itibaren İslâm devletinin merkezinin Şam olması, Kudüs’ün de önemini artırmış ve Muaviye ve diğer bazı Emevi halifeleri biat almak için Kudüs’e gitmeyi tercih etmişlerdir. Başta Kubbetü’s Sahra ve Mescid-i Aksâ olmak üzere, İslâm medeniyetine ait muhteşem eserlerin inşâsı, şehirdeki Müslüman Arap nüfusun artmasına zemin hazırlamıştır.

Emevilerin yıkılışından sonra 750’de Abbasi Devleti kurulmuş ve Bağdat başşehir ilân edilmiştir. Bu gelişme, Suriye ve Filistin bölgelerinin Emeviler dönemine nispeten geri plânda kalmasına sebep olmuşsa da, şehirlerin çiçeği Kudüs, Mekke ve Medine’nin ardından İslâm âleminin üçüncü kutsal şehri olma vasfını korumuştur.

 751’de Çin ve Abbasi orduları arasında meydana gelen Talas Savaşı’nda, Orta Asya’da yaşayan Türkler Müslümanları desteklemiş ve bu hâdise Türklerin İslâmiyet’e girişine zemin hazırlamıştır. Bundan sonra sırasıyla Tolunoğulları, İhşîdiler, Selçuklular ve Fâtımîlerin idaresi altında kalan Kudüs, 15 Temmuz 1099 tarihinde Haçlıların eline geçmiştir. Böylece 461 yıldır devam eden İslâm hâkimiyeti sona ermiş ve kadim şehrin burçlarına Ehl-i Salib’in bayrağı dikilmiştir. Kudüs, Haçlı işgaline girdikten sonra şehrin idaresi, din adamlarından ve asilzadelerden oluşan bir meclise bırakılmış ve tam bir Hıristiyan şehri hâline gelmiştir.

İslâm’ın büyük ve şerefli kumandanlarından Selâhaddîn Eyyûbî, 1187 yılında Hıttîn mevkiinde yapılan savaşta Haçlı ordusunu yenilgiye uğratmış; Kudüs Latin Krallığı Ordusu, 30 Eylül 1187 tarihinde teslim olmuş ve şehir yeniden fethedilmiştir. Bu ikinci fetihten 88 yıl evvel Haçlıların Kudüs’ü işgal ettikleri sırada sergiledikleri vahşet hafızalardaki tazeliğini korurken, Selâhaddîn Eyyûbî insanca bir tavır ortaya koymuş ve Hıristiyanların az bir fidye ödemek şartıyla şehri terk etmelerine izin vermiştir. Bundan sonraki süreçte Mısır Eyyûbîleri ve Memlük Devleti’nin idaresi altında kalan Kudüs, sultanlar, emirler, tüccarlar, ulemâ ve halk tarafından kurulan vakıflar aracılığıyla şehir yeniden imar edilmiştir.

Tarihin akışı içinde çok geçmeden bölge üzerinde yeni bir güç hâkimiyet kurmuş ve Kudüs’ü de içine alan Filistin toprakları Osmanlı himayesine girmiştir. 1516’da Memlüklere karşı kazanılan Mercidâbık Zaferi sonrasında Suriye ve Filistin ele geçirilmiştir. Kudüs, savaş yapılmadan teslim alınmış ve Yavuz Sultan Selim 30 Aralık 1516 tarihinde 500 piyade tüfekçi ve 1.000 kadar kapıkulu süvarisi ile birlikte şehri ziyaret etmiştir. İdris-i Bitlisî de bu ziyaret sırasında padişaha eşlik etmiştir. Cennetmekân Yavuz, şerefine 12 bin kandille aydınlatılan Mescid-i Aksâ ve Kubbetü’s Sahra ziyaret etmiş; bu mukaddes ve mübarek mekânlarda dua edip, hizmetlilere bahşişler dağıtmış; halka da bol bol sadaka ve ihsanda bulunmuştur. Gayrimüslimlere daha evvel tanınan statünün devamını ilân eden Yavuz, bu tarihi ziyaret vesilesiyle Osmanlı himayesi altında Kudüs’ün nasıl idare edileceğini göstermiştir.
Kudüs’teki Osmanlı idaresi, 1831-1840 yılları arasında gerçekleşen Kavalalı Mehmed Ali Paşa dönemi hariç, 9 Aralık 1917 tarihine kadar dört asır devam etmiş; farklı dinlere ve milletlere mensup insanlar huzur içinde yaşamıştır. Yahudi ve Hıristiyanların ibadetlerini rahat yapabilmeleri için serbestlik tanınmıştır. Bu arada kapsamlı imar faaliyetleriyle şehir tarihi önemine ve kutsallığına yaraşır şekilde yenilenmiş; iktisadî açıdan kalkınması için tedbirler alınmıştır. Kanunî’nin 1536-1541 yılları arasında yaptırdığı, uzunluğu 4 kilometreye yaklaşan, yüksekliği 12 metreyi aşan surların üzerinde 34 kule ve 7 kapı inşâ edilmiştir.

1870’lerden itibaren Kudüs’e Yahudi göçü giderek artmış; 1882 ve 1905 yıllarında iki büyük göç dalgası yaşanmıştır. Şehirde nüfus yapısı değişirken bir yandan da surların dışında yeni mahalleler kurulmaya başlanmıştır. Sultan 2. Abdülhamid döneminde Osmanlı Devleti, şehri pek çok açıdan etkileyebilecek bu göç hareketlerine, Yahudilere toprak satışına ve Batılı devletlerin müdahalelerine engel olmaya çalışmış; fakat mahallî ve uluslararası sebeplerden dolayı tam manasıyla başarı sağlayamamıştır. Bölgenin asil ailelerinden birine mensup olan Eski Filistin Müftüsü Emin el-Hüseyni’nin naklettiğine göre, Sultan 2. Abdülhamid, Kudüs mutasarrıfına (kaymakamına), katib-i adle yani notere ve mahkeme reisine: “Sakın Yahudiler, Kudüs’te yer almasınlar. Onlara gayrimenkul satılmasın! Bir karış yere, bir avuç altın bile verseler, sakın satış yapılmasın…” diye sık sık talimat göndermiştir. Ama maalesef, o akıllı, basiretli sultanın meseleye yaklaşımı idrak edilememiş; Siyonizm fikri kendine zemin bulmuş ve göz göre göre Filistin’in tapusu Yahudilere verilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’nda (1914-1918) yenilmesi Ortadoğu’da köklü değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Kanal (Süveyş) Cephesi’ndeki başarısızlık üzerine geri çekilen Osmanlı ordusu 1916’da bir de, Bedevilerin desteklediği Şerif Hüseyin İsyanı ile baş başa kalmıştır. Filistinliler bu isyanda Osmanlı Devleti’nin yanında yer almıştır. Farklı cephelerden Kudüs savunması için sevk edilen Mehmetçiklerimiz, bütün gayret ve fedakârlığa rağmen, maddi imkânlarının kısıtlılığı; silâh, cephane ve erzak açısından yaşadığı sıkıntılar yüzünden cephede tutunamamış ve Aralık 1917’de gözyaşları içinde şehri terk etmek zorunda kalmıştır. Böylece Kudüs’te dört asırdır devam eden Türk hâkimiyeti sona ermiştir.

Osmanlı’nın geri çekilişinden sonra 1948’e kadar bölgede İngiltere hâkimiyet kurmuş ve Filistin topraklarına yoğun bir Yahudi göçü başlamıştır. Nüfûz ve nüfus üstünlüklerini yitiren Filistinli Araplarla Yahudiler arasında bundan sonraki süreçte şiddeti her geçen gün artan bir mücadele başlamıştır. Ekonomik, kültürel ve sosyal yapısı köklü değişikliklere uğrayan Kudüs, giderek İslâmî karakterini yitirmeye başlamış; şehirdeki Yahudi nüfus Arap nüfusu geçmiştir. Her ne olursa olsun Kudüs merkezli bir devlet kurmaya ve vaad edilmiş toprakları ele geçirmeye kararlı olan Yahudiler tarafından 1948’de İsrail Devleti kurulmuştur.

Yahudiler bu tarihten sonra yaptıkları her savaştan (1948 ve 1967 Arap-İsrail Savaşları) yeni topraklar kazanarak çıkmış ve artık hem Filistin hem de Kudüs halkı için hayat çekilmez hâle gelmiştir. Birleşmiş Milletler’in pek çok defa kınamasına ve karşı çıkmasına rağmen, Kudüs’ün Arap-İslâm karakterini zayıflatma siyaseti takip eden İsrail’in teşvikiyle bölgeye Yahudi göçmenler yerleşmeye başlamış ve sayıları zamanla Arap nüfusu geride bırakmıştır. Sonunda İsrail, 21 Ağustos 1980 tarihinde doğusu ve batısıyla “Birleşik Kudüs”ün ebedî başkenti olduğunu dünyaya ilân etmiştir. 1982’den beri Kudüs İsrail’in yönetim merkezi iken, Tel Aviv diplomatik başkenti olmayı sürdürmektedir. Bugün İsrail-Filistin problemi, işgal ve askerî çatışmaların yanı sıra dinî, insanî, sosyal, kültürel, iktisadî yönleri ile milletlerlerarası bir boyut kazanmış durumdadır.

#

GENEL BİLGİLER

Geyve Otobüs Saatleri

Geyve Otobüs Saatleri

Geyve - Adapazarı, Adapazrı Geyve Otobüs sefer tarifesi. Geyve otobüsü kaçta kalkıyor? Adapazarından son Geyve Otobüsü, Sefer tarifesi, geyve koop otobüs