Kutlu Bir Rehber: “Akşemseddin Hazretleri”

İstanbul’un fethi sırasında Çandarlı Halil Paşa, Mahmud Paşa, Rum Mehmed Paşa, İshak Paşa, Gedik Ahmed Paşa, Zağanos Mehmed Paşa, Balaban Bey, Bali Bey gibi çok sayıda devlet adamı ve komutan Fatih Sultan Mehmed’e yardımcı oldu.
Murat DUMAN Murat DUMAN

İstanbul kuşatması sırasında bir de Osmanlı ordusu üzerinden himmetlerini esirgemeyen ve Fatih’in ruh dünyasını aydınlatan Molla Hüsrev, Molla Gürânî, Molla Zeyrek, Akşemseddin, Hızır Bey, Hocazâde Efendi, Molla Vildân ve Molla Şeyh Vefâ gibi maneviyat erenleri ve âlimler vardı.

Evet, Fatih’in mükemmel bir şekilde organize ederek Bizans surları önüne getirdiği muazzam ordusunun gücüne güç katan unsurlardan biri de Akşemseddin Hazretleri gibi mânâ âleminin zirvelerinde bulunan zâtlarla temsil edilen ruh ve iman kuvvetiydi.

Şu hususu bir kere daha hatırlamak gerekir ki; Osmanlı padişahları ilim ve sanat adamlarına, maneviyat erenlerine karşı daima saygı duyar ve onları yanlarından eksik etmezlerdi. Meselâ Fatih’in babası İkinci Murad bu noktada en dikkate değer padişahlardan biriydi. İstanbul Fatihi’nin yetişmesinde büyük emeği bulunan bu zât, Ankara’da oturan büyük veli Hacı Bayram Hazretlerine saygıda kusur etmez, onu başkent Edirne’ye davet eder ve hürmet gösterip ağırlardı. İleride İstanbul’un fethini gerçekleştirecek olan oğlu Mehmed doğduğu zaman ondan şehzâdesinin yetişmesine yardımcı olacak bir hoca istemiş, Hacı Bayram Veli de talebesi olan Akşemseddin’ i göndermişti.

Hacı Bayram Veli Hazretleri, yine bir keresinde İkinci Murad’ın daveti üzerine Edirne’ye geldi. Şehzâde Mehmed’in Edirne’deki sarayda beşiğinde uyuduğu günlerdi. Hacı Bayram’la konuştukça Osmanlı sultanının ona olan hürmeti arttı. Bizans’a son verip İstanbul’u fethetme hayallerinin ruhunu sardığı o günlerde hocasına şöyle bir ricada bulundu: “Efendim, bilirsiniz dedem cennetmekân Yıldırım Bâyezid Han, amcam Musa Çelebi ve ben Konstantiniyye’yi defalarca muhasara ettik. Fakat netice alamadık. Dua buyurun, Allah bu zaferi ordumuza nasip eylesin.”
Bunun üzerine Kur’ân ve Sünnet’in mânâ âlemlerinden haberdar olan büyük veli, Sultan’la birlikte bulundukları odanın bir köşesinde, içinde Şehzâde Mehmed’in bulunduğu beşiği ve yanında ayakta duran talebesi Akşemseddin’i göstererek, çok ince bir dille: “Sultanım, Konstantiniyye’nin fethi, ihtimal size nasip olmayacak, o kutlu zaferi göremeyeceksiniz. Ben de göremeyeceğim. Ama Allah’ın izniyle beşikte uyuyan şehzâdenizle, şu bizim Köse’ye nasip olacak. İnşallah onlar görecekler.” dedi.

Bu sözleri söyleyen devrin büyük kameti Hacı Bayram Veli Hazretleri idi. Onun Bizim Köse dediği şahsiyet ise ileride Fatih’in hayatında çok önemli bir yer edinecek olan fetih yıllarının büyük âlimi Akşemseddin Hazretleri’nden başkası değildi. Bu diyalogun geçtiği günlerde Akşemseddin, henüz genç bir medrese hocasıydı.

Sultan İkinci Murad, hocasının bu değerlendirmesinden sonra küçük şehzâdesine apayrı bir nazarla bakmaya ve onun yetişmesine daha fazla özen göstermeye başladı. Çocukluğundan itibaren şehzâdesinin dimağına İstanbul’un fethi fikrini nakşeden İkinci Murad, oğluyla ne zaman sohbet etse, bebekliğinde geçen bu olayı anlatır ve onu bu büyük hedefe doğru şartlandırırdı. Fetih aşkı, minik şehzâdenin oyunlarına bile yansımıştı. Gelişen hâdiseler ve tarih, Hacı Bayram Veli Hazretlerini haklı çıkardı. Onun kerameti çok değil, yirmi yıl sonra gerçekleşti. Oysa bu kerametvari sözü söylediği dönemde Şehzâde Mehmed’in tahta çıkma şansı dahi yoktu; zira daha önünde ağabeyi Şehzâde Alâeddin duruyordu.

İstanbul’un fethini gerçekleştiren ve Osmanlı Devleti’ne yükselme döneminin kapılarını aralayan Fatih Sultan Mehmed’in bir yanında Akşemseddin Hazretleri, bir yanında da Molla Gürânî vardı. Biri şeriatı, biri tarikatı temsil ediyordu. O devirde tarikat ile şeriat arasında zıtlaşma değil, bir sentez vardı. Bu iki unsurun samimi müdavimleri fethin gerçekleşmesi sürecinde çok önemli roller üstlendiler. İstanbul’un fethi, tasavvufun verdiği idealizm ve ahlâkla gerçekleşti. İşin gönül plânını da Akşemseddin gibi zâtlar temsil etti.

İstanbul’un fikir, inanç ve hayat fatihi olan Şemseddin Muhammed bin Hamza, yani bilinen ismiyle Akşemseddin Hazretleri, rivayetlere göre 1389’da Şam’da dünyaya geldi. Saçının sakalının ak olması veya sürekli beyaz elbiseler giymesinden dolayı Akşeyh veya Akşemseddin lâkaplarıyla meşhur oldu. Ünlü mutasavvıf Şahabeddin Suhreverdi’nin neslinden gelen Akşemseddin’in soyu Hazreti Ebû Bekir’e (ra) kadar ulaşmaktaydı.

Osmanlı döneminde yetişen büyük evliyalardan ve İstanbul’un manevî fatihlerinden olan Akşemseddin Hazretleri, küçük yaşta ilim tahsiline başladı ve Kur’ân-ı Kerim’i ezberledi. Yedi yaşında iken babasıyla birlikte Anadolu’ya gelip Amasya’nın Kavak nahiyesine yerleşti. Tahsiline burada devam etti ve Osmancık’a müderris oldu. Ancak tasavvufa olan ilgisinden dolayı Ankara’da bulunan Hacı Bayram Veli Hazretlerine intisap etti ve ondan icazet aldı.

Akşemseddin, bir taraftan bu büyük zâttan tasavvuf yolunun inceliklerini öğrendi, bir taraftan da tıp ilminde kendini yetiştirdi. Devrinde tıp alanında büyük isimlerden biri olan Akşemseddin, bulaşıcı hastalıklar üzerinde çalıştı. Araştırmaları sonunda telif ettiği Maddetü’l-Hayat adlı eserinde; “Hastalıkların insanlarda birer birer ortaya çıktığını sanmak yanlıştır. Hastalıklar insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma gözle görülemeyecek kadar küçük, fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur.” diyerek, bundan beş yüz sene önce mikrobu anlattı.
Hacı Bayram Veli, bir sohbet sırasında müritlerine bir soru sordu. Akşemseddin’in verdiği güzel cevap üzerine, “Var git, sana belletecek nesnemiz kalmadı. Sana padişah hizmeti verdim.” dedi. İşte Akşemseddin Hazretlerinin Edirne’ye giderek Şehzâde Mehmed’e hoca olması bu olaydan sonra gerçekleşti. Hacı Bayram Veli, İkinci Murad’a ışık saçarken, talebesi de Sultan’ın oğlu Şehzâde Mehmed’e rehber oldu. Akşemseddin, küçük yaşlarından itibaren şehzâdeyi fetih sevdasıyla eğitti. Peygamber Efendimiz’in (sas) İstanbul’la ilgili mübarek sözlerini küçük Mehmed’in beynine âdeta nakşetti. Bu sevdayla yetişen İstanbul Fatihi, yatarken rüyalarında İstanbul’u gördü, hülyalarında bu şehri seyreyledi.

Sultan İkinci Mehmed Han, İstanbul’u fethetmek için muhteşem bir orduyla Edirne’den yola çıktığında yanında Akşemseddin Hazretleri, Akbıyık Sultan, Molla Fenârî, Molla Gürânî, Şeyh Sinan gibi meşhur veliler ve âlimler vardı. Bu zâtlar talebeleriyle birlikte orduya iştirak etmişlerdi. Akşemseddin Hazretleri savaş esnasında Sultan’a gerekli tavsiyelerde bulunuyor ve manevî müjdeler veriyordu. O, kuşatmanın uzaması üzerine yükselen bazı muhalif sesler karşısında da kararlı tavrından bir şey kaybetmedi. Kuşatmanın üzerinden haftalar geçmesine rağmen fetih müyesser olmayınca, askerlerin bir kısmında ve bazı komutanlarda ümitsizlik belirmişti. O günlerde ordu içinde çıkarılmaya çalışılan bazı fitneleri yine fethin gizli mimarı Akşemseddin engelledi. Harp Şûrası’nda ve ordu birliklerinin arasında konuşmalar yaptı; askerlere zafer için sabır tavsiye ederek Allah’ın izniyle fethin mutlaka gerçekleşeceğini bildirdi ve bu kararlı tavrıyla sinelerdeki ümit ve heyecanı alevlendirdi.

Fethin gerçekleşeceğine ve zaferin İkinci Mehmed’e nasip olacağına dair sırrı sezen Akşemseddin, Hazreti Muhammed’in (sas) müjdesine nail olabilmek ümidiyle, ilerlemiş yaşına aldırmadan İstanbul önlerine kadar gelen Ebû Eyyûb el-Ensâri Hazretlerinin kabrini Allah’ın izniyle keşfetti ve böylece fethin manevî ayağı tamamlanmış oldu. Zafer sonrasında muzaffer ordu şehre girerken Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmed Han’ın yanındaydı. Hacı Bayram Veli’nin yıllar evvel İkinci Murad’a verdiği müjdede olduğu gibi beşikteki Şehzâde Mehmed ve yanı başındaki Köse şimdi yine yan yanaydılar. Akşemseddin o esnada dahi mesuliyetine müdrikti; zira fetih ordusu İstanbul’a girdikten sonra İslâmiyet’in harple ilgili hukukunun gözetilmesini genç hükümdara hatırlattı ve buna göre hareket edilmesini istedi.

Fatih Sultan Mehmed, hocasının kendisine kazandırdığı ufuk ve terbiyeden, onun muazzam hakperestliğinden o kadar memnundu ki, İstanbul surlarını aşıp şehre girdikten sonra kendisinin sevincini görenlere şöyle seslendi: “Bendeki bu sevinci görürsüz, Konstantiniyye fethine sevinir sanmayın. Akşemseddin’in benim zamanımda olduğuna sevünürüm...”

İstanbul, fetihten sonra bir ilim ve marifet merkezi hâline geldi. İslâm kültür ve medeniyetinin beşiği oldu. Bütün bunları gerçekleştiren Fatih, fetihten sonra insanlık için yapacağı vazifesinin sona erdiğine inanmıştı. İstanbul’un manevî fatihi ve ruhunun gıdasını temin ettiği hocası Akşemseddin’in önünde durdu, elini öptü ve: “Dünya nimetlerinden gına getirdim. Emelim şudur ki, tac ve tahtımı terk idem. Senin yanında Hakk’a hizmet yolunda ibadetle ömrümü geçirem.” sözleriyle dervişlik yoluna girmek istediğini belirtti. Yüce Yaratıcı’ya tam anlamıyla yönelmenin ve O’na ulaşmanın esas yolunun her şeyi terk etmekten geçtiğini gayet iyi bilen Hakk âşığı Akşemseddin, talebesine halkının başında görevine devam etmesini tavsiye etti. İcrâ-yı adâlet yolunda hizmetin dervişlikten daha hayırlı olduğunu söyleyen Akşemseddin, Fatih’in derviş olma talebine karşı şu muhteşem cevapla mukabelede bulundu: “Dervişlikte öyle bir mertebe vardır ki, eğer lezzet alınırsa, saltanat işlerinden kesin olarak el çekmek lâzım gelir. Eğer öyle olursa memleketin işleri ihtilâl bulur. O takdirde, hem siz ve hem de biz vebale gireriz...”

Akşemseddin Hazretleri, İstanbul Fatihi olan talebesinin teklifini reddederek; devlet işlerine memur edilen padişahın asıl vazifesinin İslâm esasları ve adalet çerçevesinde memleketi idare etmek olduğuna ve bu işin onun adına daha makbul olduğuna vurgu yaptı. Aksi hâlde din ve devlet işleri zarar göreceği için, ikisinin de Allah indinde mesul olacaklarını bildirdi. Hocasının bu yaklaşımı üzerine Fatih, Allah aşkıyla yanan kalbinin ateşini şiirleriyle ortaya döktü ve devrinin en önemli şairleri arasında yer aldı.

Rivayete göre, padişah bir gün Akşemseddin’in çadırına girmiş, ancak hocası hoşamedi yapmadan yerinde oturmaya devam etmiş. Padişah bu duruma çok üzülür. Fakat Akşemseddin’i iyi tanıyan vezirlerinden Ahmet Paşa, şeyhin bu hareketini şöyle izah eder: “Bu büyük fetih, mübarek ecdadınıza değil de size müyesser olduğu için, sizde bir çeşit gurur müşahede eylemiş, maksatları sizden o gururun izalesine gayret göstermenizdir.” Bu izah üzerine rahatlayan padişah, gece şeyhini ziyaret eder ve sabaha kadar hâlleşir...

 Fethin en önemli simgelerinden biri olan Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinden sonra burada ilk Cuma hutbesini okuyan Akşemseddin Hazretleri, Fatih’in İstanbul’da kalmasını istemesine rağmen kutlu beldede kalmadı. Fetihten sonra Mekke’ye benzettiği Göynük’e yerleşti ve vefat edene kadar orada kaldı. O, dünya malına, şöhrete ve övülmeye hiç tenezzül etmedi. Dünyevi arzulardan köşe bucak kaçan bu büyük zât, halkın kendisine ilgi gösterdiği yerlerden hemen ayrılmasını bildi ve dünyadan hep yüz çevirdi. Hayatı boyunca emeğinin karşılığı olmayan bir habbe bile kabul etmedi. Son yıllarını Bolu ilimizin Göynük ilçesinde geçiren Akşemseddin, 15 Ocak 1459’da ruhunu Rahman’a burada teslim etti ve türbesi de buraya yapıldı.
Fatih Sultan Mehmed’in hocası Akşemseddin Hazretleri, her yıl mayıs ayında Göynük ilçesinde geleneksek hâle gelen Akşemseddin Kültür ve Sanat Festivali çerçevesinde binlerce insanın katılımıyla dualarla ve rahmetle anılıyor.

Murat Duman
muratduman1973@gmail.com

#

GENEL BİLGİLER

Geyve Otobüs Saatleri

Geyve Otobüs Saatleri

Geyve - Adapazarı, Adapazrı Geyve Otobüs sefer tarifesi. Geyve otobüsü kaçta kalkıyor? Adapazarından son Geyve Otobüsü, Sefer tarifesi, geyve koop otobüs